12 Şub 2018

Av. Hakan Tokbaş: "Evet, o deli benim!"

Tüketici Hakem Heyetleri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular başlıklı konumuzda yanıtladığımız sorulardan birisi de "Hakem Heyetine Başvurmadan İcra Takibi Yapılabilir Mi?" sorusu idi. Hatırlayacağınız üzere o cevabımızda tüketiciler açısından çok önemli bir Yargıtay kararından bahsetmiştik.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında ise kanun-yapıcılar, işte o mahkeme kararını boşa çıkarmak için ilgili kanun maddesini değiştirdiler. Böylece 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 68. maddesinin 1. fıkrasında yapılan söz konusu değişiklikle birlikte, yüksek mahkemenin tüketicilere sağladığı bir koruma meclis tarafından kaldırılmış oldu!

Öte yandan bu değişiklik, hâlihazırda neredeyse çalışamaz durumda olan icra dairelerinin iş yükünün daha da artmasına sebep olacağı ve ayrıca hukuki prosedürün de daha belirsiz hale gelmesine hizmet edeceği için bile son derece sakıncalıdır.

Avukat Hakan Tokbaş

Her yıl gerçekleştirdikleri Tüketici Hukuku Kongreleri ile tanınan Tüketici Hukuku Enstitüsü Derneği'nin başkanlığını yürütmekte olan Avukat Hakan Tokbaş da Posta Gazetesi'nde yayınlanan 30 Ocak 2018 tarihli yazısında bu hukuki düzenlemenin hiçbir yaraya merhem olmayacağını, tam tersine kendi başına bir sorun teşkil ettiğini ciddi tespitlerle açık seçik anlatıyor. Hukuki karışıklık yaratmaktan başka bir işe yaramayacak bu "hata"dan bir an önce dönülmesini dileyerek ilgili yazıyı dikkatinize sunuyorum:

     Evet, o deli benim!
   
     Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramazmış derler ya hani…

     İşte öyle bir şey aslında, aşağıda anlatacaklarım.

     Ben deliliğimle gurur duyarım elbette, ancak “40 akıllılar” benden fazla karıştırıyor ortalığı.

     Durum şöyle efendim:

     Enstitüyü takip edenler bilir; 2015 Nisan tarihlerinde, Yargıtay’ın vermiş olduğu bir kararı yorumlayarak basın açıklaması yolu ile kamuoyuna duyurmuştum.
Sanırım çıkan haberlerin başlığı daha çok “Tüketiciye İcra Müjdesi” şeklinde idi.

     Evet, hani o zamanlar, “3300 TL nin altında olan tüketici alacakları doğrudan ilamsız icra takibine konu edilemez” şeklinde özetlenebilecek meşhur karar.
Ben kararı alan avukat değil, yorumlayan ve ilan edenim. Kararı alan meslektaşımı da ayrıca tebrik etmek lazım.

     O zamanlar, kararı yorumlama tarzım oldukça tepki almıştı. Karar, ilk başta tüketici aleyhine gibi gözükse de, hukuk her iki tarafa da aynen uygulanacağı için esasen tüketicinin lehine olacağını, özellikle bankacılık, telekomünikasyon ve enerji şirketlerinin bu karardan çok etkileneceklerini belirtmiştim. Zira piyasada tüketiciden en fazla alacağı olan sektörler bunlardı ve alacaklarının çoğu 3300 TL nin altında idi.

     Her delinin akıbeti gibi ben de alkışlanmadım elbette, hatta kararı yorumlama tarzımdan dolayı sektör trolleri tarafından işitmediğim küfür kalmadı. Angaralı olmama rağmen, benim dahi hiç bilmediğim küfürleri okudum ve işittim inanır mısınız?

     Ancak, uygulama aynen yorumladığımız şekilde gelişti ve yanlış yönlendiriyorsun diyenlere inat, ne yorum yaptık ise kelimesi kelimesine uygulandı.

     Bu karar, hukuki tartışması bir tarafa, pratikte İcra Dairelerinin iş yükünü olabildiğince azaltmak ve şirketlerin, takibe geçmeden önce tüketici ile bir şekilde uzlaşma yolunu seçmesi bakımından epey önemli idi. Ayrıca çok daha karmaşık bir hukuki düzenin önüne geçmişti.

     Şimdi ne mi oldu?

     Kanunun 68. Maddesine “Tarafların İcra ve İflas Kanunundaki hakları saklı olmak kaydıyla” şeklinde bir ifade konuldu. (Benim gibi bir deliye ön almak için de ancak kanun değişikliği lazımdı zaten, gurur duyuyorum bununla.)

     Yani birileri, sektörün tıkanıklığını çözmüş oldu kendince. Böylelikle, nadide şirketlerimiz, Hakem Heyetine başvurmak zorunda kalmadan doğrudan icra takibi açabilecekler. Yukarıda benim açıklamamla basının attığı başlık örneğini vermiştim; o başlık bu sefer şuna dönüştü: “Tüketiciye icra yağacak” veya “faturasını ödemeyen tüketici yandı”.

     Kamuoyunun algısı bakımından aradaki fark bariz değil mi?

     Peki, sektörün bu büyük sorununa çözüm bulduğunu sananlara bazı sorularım olacak:

     Bankacılık sektöründe: hesap işletim ücreti, kartel faizi vs; telekomünikasyon sektöründe: taahhüt iptal cezası, cihaz bedeli vs; enerji sektöründe: haksız gecikme faizleri, kesme açma bedelleri vs. konularında tüketiciler, doğrudan icra takibi açmaya yönlenirse ne olacak? Yeni bir kanun çalışması mı gelecek? “Yanlış yapmışız, bu dediğimiz tüketiciler için geçerli değildir” mi denilecek? Sektör her istediğinde oyun oynar gibi kanunlarla ve haklarla mı oynayacağız?

     2018 yılı parasal sınırları için, 6860 TL’nin altındaki icra takipleri için, tüketici takibe itiraz ederse, alacaklı şirket ne yapacak? Kanuna bu cümleyi koyduranlar uygulamayı ve hukuku pekiyi bilmedikleri için ben söyleyeyim: HİÇBİR ŞEY! İcra takibi yine kilitlenecek, şirket yine sıfırdan THH’ye başvurmak zorunda kalacak. Neden mi? E orasını da bir zahmet araştırın bakalım, neler bulacağınızı ben de merak ediyorum.

     Madem kanunda böyle bir düzenleme yapılacaktı, THH parasal sınırları yakın zamanda neden fahiş bir şekilde artırıldı? Ayrıca “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun” gibi absürt bir kanun çalışması neden yapılıyor? Hepsi, İcra Dairelerinin iş yükünü hafifletmek, çalışamaz durumda olan İcra Dairelerinin işlevini, garip bir yöntemle de olsa, artırmak için değil miydi? E doktor bu ne peki?

     ÇÖZÜM:

     Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, uzun zamandır Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın elinde oyuncak oldu. Görevi, tüketici şikâyetlerini ölçmek, tüketici isteklerini raporlaştırmak, piyasa denetimi yapmak olan bakanlık, hukuk eğitimi almamış kişiler eliyle kanun yapıyor, yönetmelik yazıyor. Yanlış yapıyor, yanlış yazıyor. Eleştirince küsüyor, eleştirmezsen yanlışını görmüyor. Yaptığı yanlışlar hem devleti hem tüketicileri sıkıntıya sokuyor. Hem hukuku hem ekonominin işleyişini bozuyor.

     Hâlbuki Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın, sektörlerle içli dışlı olması gerekir. Tüketicilerin şikâyetlerini derleyip, piyasa denetimini yapıp, yine sektörlerin iyileşmesi için raporlar oluşturması, bu raporlar gereği gerekli kanuni düzenlemenin yapılması için uzman kişilere iletmesi gerekir.

     Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun artık bir ana kanundur. Öyle ki, uygulamasının genişliği içerisinde Türk Borçlar Kanunu neredeyse yedeklenmiştir. O halde, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, Borçlar Kanununa ve diğer özel kanunlara uygun olarak, o kanunlarla uyumlu çalışacak şekilde, uzman hukukçular ve akademisyenler eli ile düzenlenmelidir.

     Bunu yapabilecek tek kurum ise ADALET BAKANLIĞI’DIR. Tüketici hukuku ile ilgili bütün mevzuat çalışmalarının acilen Gümrük ve Ticaret Bakanlığı elinden alınıp, Adalet Bakanlığı’na teslim edilmesi gerekir.

     Aksi takdirde ortalık, daha çoook karışır. Dönemine göre, güçlü olan sektörse sektörün, tüketici örgütleri ise örgütlerin elinde kalır. Kimin elinde kalırsa kalsın, sırf elde kaldığı için doğru bir şey çıkmaz.

     Bir Angaralı sanırım şöyle tepki verirdi: Yeter la bebeler! Bi salın artık!

KAYNAK:  Bu yazı, Posta Gazetesi'nin internet sitesinden alıntılanmıştır; aşağıdaki bağlantıya tıklayarak orijinal metne ulaşabilirsiniz.

13 Şub 2017

Bir Yargıtay Üyesinin Yargıyla İmtihanı

Yargıtay Üyesi Abdullah Yaman, bir GSM firmasıyla başından geçen dava sürecini mizahi bir dille kendi sosyal medya hesabından paylaştı.

Sürece dahil olan karakterlerden tutun da mahkemelerimizin mevcut vaziyetine kadar tam teşekküllü bir komedi filmi senaryosu olabilecek bu olay, yazıda da belirtildiği gibi Kemal Sunal'ın meşhur Davacı filmini hatırlatıyor.

Davacı Film Afişi (1986)

Aradan geçen onca yıla rağmen düzelmeyen hukuk uygulamamızdaki acziyetin kısa bir özeti sayılabilecek bu yazıyı, üzülerek söylüyorum ki kederli bir tebessümle okuyacaksınız! İşte o paylaşım:

     DAVACI
   
     AVEA, yeni adıyla Türk Telekom…
     Zamanında internet paketine abone olmuşum...
     Sözleşmeye yerleştirdikleri tuzak bir madde ile bir yılda ödemem gereken tutardan fazlasını bir aylık faturaya yansıtarak ödememi istediler…
   
     Haksız olduklarını bildiğim için muhtelif uyarılara rağmen ödemedim…
     Adamlar dosyayı avukata vererek icra takibi başlattı…
     Derhal itirazda bulunmam üzerine takip durdu…
     Ama AVEA'nın avukatı durmak nedir bilmiyor... İcra Memurunun e-imzasını temin ederek oradan arabama haciz koyduruyor… Yetmedi evime icra gönderiyor... Kapıcı mesleğimi söyleyip direnmese kimsenin bulunmadığı evin kapısını çilingir vasıtasıyla kırarak haciz yapacaklar…
   
     Olayı öğrenir öğrenmez avukatlarına ulaşmaya çalıştım… Mesleki sıfatımı bile söylememe rağmen karşıma kendisi değil, çırağı çıktı…
   
     Bekliyorum ki, özür dilerler, iş tatlıya bağlanır, diye…
     Ama ne gezer... Avukata ulaşmak ne mümkün…
   
     Baktım olmayacak avukat hakkında “duran takibe rağmen haciz başlattığı için” baroya disiplin duyurusunda bulundum…
   
     Ancak bir sürü caydırıcı sebep ileri süren Baro yetkilileri dilekçemi almak istemedi…
     Son çare, avukat ve İcra memurları hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunmak oldu… Nitekim hepsi yargılanıp ceza aldılar...
   
     Bu arada AVEA firması aleyhine de haksız haciz nedeniyle manevi tazminat davası açtım…
   
     AVEA vekili ne cevap verse iyi: “Benzer yanlışlıkları başka kişilere de yapıyoruz, davacı belli ki Yargıtay üyeliğinden dolayı kendini ayrıcalıklı zannedip mahkeme üzerinde vesayet kurup tazminat koparma derdinde” diyerek aklı sıra hakime mektup yazıyor...
   
     Bu cevabı, mizahtan başkası paklamaz diye herifin anlayacağı dilden mizahi bir karşı dilekçe yazıyorum... Ta ki, hakim de okuyup eğlensin... Ama ne gezer... Taraflardan etkilenmemek için dilekçe okumaktan sarfınazar eden bir hakime düşmüşüz...
   
     Nihayet ilk duruşmadayız... Kurum avukatı seri dosyaların davalısı olarak lakayt bir şekilde koltuğuna yayılmışken, ben askerlikte öğrendiğim "esas duruş" vaziyetinde ayakta bekliyorum...
   
     Hakim bana kimsin necisin diye diye bile sormadan tutanağa geçiyor: “davacı söz alarak dilekçemi aynen tekrar ediyorum, dosyanın bilirkişiye tevdii için gerekli masrafı ödemek üzere mehil istiyorum” diye...
   
     Hemen devreye girip; "hakim bey, bu dosyada bilirkişilik bir şey yok karşı taraf da eylemini zaten ikrar ediyor" dememe fırsat kalmadan tutanağı yazıcıdan çıkartmasıyla bize uzatması bir oluyor…
   
     Duruşmadan sonra vakit geçirmeden bir dilekçeyle mahkemeye başvurup gereksiz ara kararından vazgeçilmesini istiyorum. Heyhat kitap yazmaktan dilekçe okumaya fırsat bulamamış bir hakime düştüğümden dilekçeyi okumadan dosyaya havale ediyor...
   
     Müteakip duruşmada talebimle ilgili olumlu olumsuz bir karar verilmesini beklerken yine bana sormadan ve benim ağzımdan: "parayı denkleştiremediğim için bilirkişi masrafını yatıramadım, yeniden mehil verilsin” diyerek ikinci kez kesin mehil veriyor…
   
     Derhal araya girerek: “hakim bey bilirkişi benim ne kadar üzüldüğümü mü ölçecek, konuyu değerlendirecek olan mahkemenin bizatihi kendisidir. Kaldı ki celse arasında bu hususta size dilekçe bile verdim okuduysanız gerekçelerini orada yazmıştım" deyince, hukukçu olduğumu idrak ederek: Telaşla dosyayı üstün körü karıştırıp tamam icra dosyasını isteyelim diyerek daha önceden gelmiş dosyayı yeniden isteyerek zaman kazanıyor...
   
     Sözü uzatmayayım hakimle kavga edip basının diline düşmemek için üçüncü duruşmadan sonra kendimi vekil marifetiyle temsil ediyorum. Nihayet sonunda hakim dosyayı okumaya vakit bulmuş olsa gerek ki 5000 TL manevi tazminata karar vermiş…
   
     Daha fazlası AVEA yı iflasa götürebilir veya hakim maaşıyla geçinen bir insanı yoldan çıkarabilir diye 5000 TL yi münasip görmüş…
   
     AVEA yaptığı hukuksuzluğun bedelini bu kadar ucuza kapatınca derhal benimle temasa geçerek uzlaşma teklifinde bulundu… Ama bunca keyfiliğin firmaya ibretlik bir maliyeti olmalı ki bir daha aynı cesareti kendilerinde bulmasınlar diye kararı temyiz ettim.. Adamlar ise temyize cevap bile vermediler...
   
     Dosyayı inceleyen ilgili daire “tamam durduk yere bir Yargıtay Üyesinin evine haciz götürülüp konu komşuya rezil edilmesi yanlış olmuş ama miktardan bozma yaparsak meslektaşlarını kayırdılar şeklinde bir kanaat uyanır" endişesiyle tazminatı münasip görerek oyçokluğuyla onuyorlar... Karar düzeltme talebim de aynı tartışmalar neticesinde reddedilmiş...
   
     Bilin bakayım sonunda ne oldu… Yıllar süren cedelleşme neticesinde uyuşmazlık sona erdi derken aynı firma adı geçen faturayı yeni bir avukatlık bürosuna vererek tekrardan öde diye habire uyarı üzerine uyarı göndermekte...
   
     Adamlara kızamıyorum doğrusu... Olmayan bir borçtan dolayı duran takibe rağmen bir Yargıtay üyesinin evine çilingirle hacze gitmenin tarifesini öğrendiler... En fazla 5000 TL ödeyerek kurtuluyorsun...
   
     "Aman ha meslektaşını koruyorlar demesinler" saikiyle ters motivasyona savrulan "tarafsız" hakimlerimiz olduğu müddetçe bu GSM operatörleri tarafından daha çok öpülürüz...
   
     NOT: Yazı uzamasın diye oldukça özet geçtim... Ama beş yılı aşkın süredir devam eden bu vakıa neredeyse tam 6 ayrı dosyaya konu oldu... Sizlerden ricam bundan böyle Kemal Sunal'ın "DAVACI" filmini komedi niyetiyle değil, belgesel gözüyle izleyin... Valla eksiği var fazlası yok...
KAYNAK:  Bu yazı, aşağıda bağlantıları verilen internet sitelerinde de paylaşılmıştır.

12 Ara 2016

"Herkes Bunu Kullanmalı!"

Resmî adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olan ancak halk arasında Yerli Malı Haftası olarak bilinen hafta bugün itibariyle başlamıştır. Tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın öneminin vurgulandığı bu haftada, 'bilinçli tüketici olma' konusunun da üzerinde durulmaktadır.

Bu kapsamda, tüketiciler, bir ürünü sırf yabancı üretim diye veya ünlü bir markanın amblemini taşıyor diye almak yerine daha ucuz yerli alternatiflerini de göz önünde bulundurmalılar. Ancak bunu yaparken asla "Yerli Malı"nı bir saplantı boyutuna vardırıp da bazı sömürgen yerli üreticilerin ekmeğine yağ sürmemeliler. Bu bakımdan, bilinçli tüketici olma düsturunu da içeren Yerli Malı Haftası, asla ve asla tüketicinin kendi zararına dahi olsa Yerli Malı alması şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu hafta, tüketicilerde hem kendi ceplerini hem de ülke menfaatlerini düşünerek alışveriş yapmaları konusunda bir farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır.

Yerli Malı, Yurdun Malı
Bu kısa açıklamadan sonra Gülse Birsel'in sitemizde daha önce de alıntı yaptığımız "Velev ki ciddiyim!" adlı kitabının 85 ilâ 88. sayfalarındaki bir başka mizahi yazıyı sizlerle paylaşacağız. İyi okumalar...

     Biz küçükken aralık ayında altını çize çize yerli malı haftası kutlanırdı.
     Şimdi çocuklar okula aynı coşkuyla elma portakal götürüyorlar mı bilmiyorum ama, ben kendi yerli malı haftamı, evimde yaptırmakta olduğum tadilatın son dönemine tekabül eden geçtiğimiz hafta gözyaşlarıyla kutladım!
     Ev  tadilatı bir zincirleme reaksiyon. Bunu bilimsel olarak da kanıtlayabilirim arzu edene.
     Dolayısıyla doğramaların yenilenmesi gerektiği gerçeği, beraberinde iki aylık kapsamlı bir inşaat, o da yanında eşya değişimi gereksinimleri getirdi kapıya. Önce bunların hiçbirini içeri almadım! Ancak insan evini kırıp dökerken öğüt veren çok oluyor. Mimardan, eşten dosttan, konu komşudan sürekli duyduğum cümle şuydu: "E bir kere yaptıracaksın, kendi evin, en iyisini yaptır!"
     Onlara, "Madem ısrarlısınız yaptırayım, faturayı da size yollarım," demek geçti içimden hep ama, çiğlik olmasın diye demedim! Bir bildikleri vardır diye düşünüp evdeki beyaz eşya, aydınlatma filan gibi bazı ihtiyaçları "en iyisinden" almaya karar verdim.
     Ne var ki, iç mimar jargonunda "en iyisi" demek, "ısmarladıktan üç ay sonra yanlış parçalarla ele ulaşan Avrupa çıkışlı kazık mallar" demek oluyor!
     O gün, Nişantaşı'nda şık bir ofise konuşlanmış aydınlatma dükkânı aracılığıyla İtalya'dan ısmarladığımız spotların gelemeyişinin ikinci haftasını kutluyorduk!
     Nişantaşı'ndaki dükkânda bir tek lamba bile olmamasından şüphelenmeliydim gerçi. Koskoca, yüksek tavanlı şık ofiste sadece kataloglar vardı.
     Katalogdan göz kararı seçtiğim spotların parasının peşin ödenmesi gerektiği, bir hafta sonra, istediğim boyun aslında İtalya'da bulunmadığı, iki hafta gecikeceği, üç hafta sonra, yanlış geldiği, dört hafta sonra geldiğinde ise parçalarının eksik olduğu ortaya çıkmış, bu travma üzerine, nur yüzlü, mübarek bir insan rüyama girip bana, "Şişhane'ye git, Şişhane'ye giiit!" demişti. Nur yüzlü insan ablamdı ve belki de rüyama girmemişti de biraz erken aramıştı, dolayısıyle uyku sersemi konuşmuştum. O kadar abartma olur, belgeselci değilim herhalde!
     Uzatmayalım, işte bu bağlamda Şişhane'yi keşfettim.
     Haldun Taner'in hikâyesindeki gibi "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" o gün, ama buna rağmen yeni keşfettiğim bu güzide mahallenin üzerimde bıraktığı "nurlu" etkinin azalması mümkün değildi.
     Sayısız ve birbirinden harika, yer yer parçaları Çin malı ama genelde yerli üretim klasik kristal avizelerden nefis modern tasarımlara her şeyin, hem de tak diye bulunduğu Şişhane tam anlamıyla kalbimi çaldı.
     İtalya'dan getirtmeye çalıştığım spotların aynısını, dörtte bir fiyatına ve "Abla iki saat sonra getirsek çok geç olur mu?" şartlarında bulduğum gibi, evin diğer tüm aydınlatma ihtiyaçlarını da birkaç saat içinde Türk kahvesi ikramları eşliğinde seçtim!
     Aynı gün evdeki ankastre ocağın değişmesi gerektiği ortaya çıktı.
     Yine "en iyisi", bu defa bir Alman markası, heyecanla arandı.
     Ocak, geçen yüzyılın en bilinen teknolojik prensibiyle, elektrik enerjisini ısı enerjisine dönüştürme kuralıyla çalışıyordu tabiatıyla, buna rağmen aşağı yukarı ikinci el bir araba fiyatındaydı. Ama ne gamdı. En iyisi olsundu!
     Ancak, konuştukça, bu harika ocağı elde etmem için firmanın bazı şartları olduğunu öğrendim.
     Bir kere para peşin ve kırmızı meşindi.
     Tek seçenek mevcuttu, başka model istersem üç ay beklemem gerekiyordu.
     Ha, bir de tabii gelen ocağı beğenmezsem ya da eve uymazsa, paketi açıldıysa asla geri almıyorlar ve değiştirmiyorlardı. "Paketini açmadan eve uymadığını nasıl anlayabiliriz ki?" gibi bir soru karşısında dudak büküyor, ısrarlı tehditkâr bakışlar atınca da, "Yani markanın kendi şeyi olduğu içiiin..." gibi ne beni ne de kendilerini tatmin eden yanıtlar veriyorlardı. Üstelik beni çok seviyorlar ve ailecek seyrediyorlardı!
     Televizyona çıkmayan sıradan vatandaştan nüfus cüzdanı, ikametgâh sureti, aile ağacı, kan sayımı, efor testi ve kolonoskopi istediklerini tahmin ediyorum!
     Tepem iyice atınca, gelişigüzel bir yerli beyaz eşya üreticisini aradım. Yedide bir, abartmıyorum, yedide bir fiyatına, tıpatıp aynı ocağı, ertesi gün getirebileceklerini söylediler ve paradan bahsedince, "Aşkolsun, getirince alırız, siz beğenin de..." şeklinde konuştular!
     Gerisini mutluluk gözyaşlarıma eşlik eden hıçkırıklar yüzünden duyamadım!
     Kapalı ekonomilerden yana değilim, yanlış anlamayın, prensip olarak enayiliğe karşıyım sadece!
     Yerli malı haftanızı hararetle kutlar, ciddi anlamda her konuda "ecnebi marka" hava cıvasını bırakıp, Türk ithalatçısını kızdırmak pahasına yerli malına dönmenizi tavsiye ederim.
     Hem memnun kalırsınız hem de banka hesabınız ve ülke ekonomisi açısından gayet faydalı olur!
     Arz ederim!

NOT: Referans gösterilen sayfa numarası, aşağıda künyesi verilen baskıya atıf yapmaktadır.
  • KİTABIN KÜNYESİ: Turkuvaz Kitap, Aralık 2009, 214 sf.

5 Eyl 2016

Konu: Etiket Okuma Alışkanlığı

Herkesin hemen hemen her gün yaptığı bir iş olan alışveriş, muhtemelen bu özelliğinden dolayı son zamanlarda pek ciddiye alınmaz oldu. Hatta yapacak çok fazla işi olan şehir insanları, artık alışverişe zaman ayırmak bile istemiyor. Her işini hallettiği gibi alışverişini de bilgisayar başında halletmek isteyenlerin imdadına da online alışveriş siteleri ve online süpermarketler yetişiyor. Bunları tercih etmeyip yine eski usûl marketlere gidenler ise zamandan kazanmak adına hiçbir şeye bakmadan alacağını alıp çıkıyor. Ancak yeme, içme gibi hayati ihtiyaçlarımızı almak için bile uyguladığımız bu baştan savmacı yöntem hem sağlığımıza hem de cebimize zarar veriyor.

Ürünleri Satın Alırken Üstünü Okuyor Musunuz?

Bilinçli tüketici olmanın ilk şartı, alışverişte bilinçli olmaktır. Çünkü daha alışverişini yaparken doğru ve bilinçli hareket eden tüketici, sonradan karşılaşabileceği sorunları minimuma indirmiş olur. Bu nedenle bakanlıkların denetimden geçer not alamamış firmaları açıkladığı listeler oturup beklenmemeli, Bilinçli Sağlık Platformu'nun bu konudaki bir yazısında da belirttiği üzere "en iyi denetleyicinin hiç şüphesiz tüketicinin kendisi" olduğu asla unutulmamalıdır.

Yapılan araştırmalar markaya duyulan güvenin etiket okuma alışkanlığının önüne geçtiğini gösteriyor. Ancak çok tanınmış markalar bile kimi zaman kelime oyunları yapmaktan çekinmiyor.

Örneğin; bu alışkanlık sayesinde, üzerinde "Trans Yağ Yoktur / İçermez" yazan bazı cipslerin besin değerlerini inceleyerek trans yağ içerdiklerini görüp şaşırabilirsiniz. Yine başka bazı ürünlerin içindekiler kısmını okuduğunuzda ise "hidrojene nebati (bitkisel) yağ" ibaresini görüp bunun çok masum bir şey olduğunu düşünebilirsiniz, ancak araştırdığınızda bunun trans yağdan farklı olmadığını göreceksiniz. Firmalar etikete kamuoyunda son derece kötü şöhretli "trans yağ" ibaresini yazmak yerine bunu başka adlar altında gizlemeyi tercih etmekteler.

Başka bir örnek de piyasada bolca bulunan "Nar Ekşili Sos" aldatmacasıdır. Halk arasında "Nar Ekşisi" olarak adlandırılan, satın alınan, kullanılan bu ürünlerin pek çoğunun üzeri okunduğunda gerçek nar ekşisi değil, nar ekşili sos olduğu görülecektir. Tıpkı "Limon Sosu" denen üründe olduğu gibi. Bilindiği üzere şişelerde satılan bu ürün, halk arasında "Limon Suyu" olarak adlandırılsa da gerçek limon ile alakası olmayıp limon aromalı bir kimyasaldır.

"Diyet ürünü" olduğu iddia edilen pek çok kek, bisküvi ve krakere bakıldığında ise yapılan o kadar reklama rağmen sıradan kek, bisküvi ve krakerden farklı olmadığı görülür. Bu ürünler çok küçük gramajlarla, üzerinde küçük puntolarla "2 porsiyondur" yazan ibarelerle veya kalorileri küçük gramlar için hesaplanarak satışa sunulurlar.

Sadece bu sayılı örneklerden bile anlaşılabileceği üzere, etiket konusu, tüketiciler için aldatılmaya, manipüle edilmeye son derece müsait bir konu. Beslenme, hayatımızın kalitesini ve sağlığımızı doğrudan doğruya etkileyen bir durum olduğuna göre, "son kullanma tarihi", "üretim tarihi", "raf ömrü", "içindekiler" gibi kısımlar ile obezitenin önlenmesi adına önemli olan "besin değeri" bilgilerinin mutlaka okunması gerekir.

Bütün bunlara ek olarak marketlerdeki fiyat etiketlerini okumak ev ekonomisi açısından da son derece önemlidir. Burada yalnızca alınan ürünün fiyatına bakmayı kastetmiyorum! Fiyat etiketinde yazan "birim fiyat"a da dikkat edilmesi gerektiğinden bahsediyorum. Örneğin; aynı markanın aynı ürünü farklı ambalaj veya gramajlarla satışa sunulmuş ise bazen marketin yaptığı indirim nedeniyle; ucuz gibi duran ürün pahalı, pahalı gibi duran ürün ucuz olabilir. Bunu anlayabilmek için ikisinin de aynı gramaja sahip oldukları durum, örneğin 1 kilogram veya 1 litre, varsayılarak hesaplanan fiyata bakılmalıdır. İşte, fiyat etiketinde birim fiyat olarak anılan bu rakama dikkat edersek, ürünlerden hangisinin daha ucuza geldiğini öğrenmiş oluruz.

Görüldüğü gibi, etiket okumak, doğru beslenmeden tutun da tasarruf yapmaya kadar pek çok yönden faydalı bir alışkanlık. Lütfen biz de bilinçli bir tüketici olmak için bu alışkanlığı kazanalım, geleceğimiz olan çocuklarımıza da şimdiden kazandıralım!

------------------------------------SON------------------------------------

27 Haz 2016

'Özgür İletişim' Vaadi ve Sonrasında Yaşananlar

Bugünlerde hemen hemen bütün sosyal mecralarda yayınlanmakta olan reklamlarından adeta zehirlendiğimiz "Turknet Özgür İletişim" İnternet Kampanyası, ilk bakışta son derece cazip bir teklif izlenimi veriyor. Ancak, Müşteri Hizmetleri personeliyle, internetteki başvuru formuyla, sözleşmesiyle, hizmet formuyla tam bir çelişkiler yumağı olan firmanın, tabiri caizse, dışı sizi içi bizi yakıyor. 

Gelin, öncelikle kampanyanın kapsamına şöyle bir bakalım: "Taahhütsüz abonelik + 150 GB AKN'li limitsiz ve hızlı internet + Her Yöne 1000 dk konuşma = Aylık 59,99 TL"


Vaat edilenler, görünüşe göre, ne kadar da cazip değil mi?

Binlerce kişi abonelik başlatma kararını sadece bunları göz önüne alarak veriyor. Ancak bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu çok geç de olsa anlıyor. Bu bahsedilen firmanın işleyişini ve kurumsal yapısını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Hiçbir şubeleri yok. Tüm işlemleri internet üzerinden siz yapıyorsunuz. Sonra da bu evrakları çıktı alıp imzalayıp kargoyla "merkeze" gönderiyorsunuz. Gönderdiğiniz evrakları alınca onlar da icabına bakıyorlar. Yani gönderdikten sonra işiniz artık onların insafına kalıyor. Ne bir muhatap ne bir doğru bilgi...

Meseleyi somut şekilde en baştan anlatmak gerekirse,
Daha işlemlere başlamadan önce bilgi almak için aradığımız TurkNet Müşteri Hizmetlerine, Türk Telekom'da bulunan bir numaranın aboneliğini, TurkNet'e aktarmak ve de bu esnada aboneliğin başka bir kişiye devrini gerçekleştirmek istediğimizi açıkladığımızda, "Sizin yerinize hat geçiş ve abone değişikliği işlemini biz yapacağız. Siz uğraşmayacaksınız." denmişti. Biz de bu bilgiye dayanarak TurkNet'in sunduğu Özgür İletişim Kampanyası’na geçmek üzere https://turk.net internet adresindeki Abonelik Formunu doldurduk, sistem tarafından oluşturulan dosyayı indirerek çıktı alıp imzalayarak ve hattın yasal sahibine de imzalatarak (ikisinin ayrı ayrı Nüfus Cüzdanı Fotokopilerini de ekleyerek) kargoyla gönderdik, firmadan e-posta yoluyla evrakların ulaştığı ve işlemlere başlandığı teyidini aldık.

Bu olayların akabinde, iki hafta sonra arayarak eksik evrak olduğu bilgisini ilettiler. Eksiklikle ilgili olarak da belgelerden birine ad-soyad yazılmadan yalnızca imza atılması olduğu söylendi. Öncelikle, tüm evraklar, abonelik formuna girilen bilgilerin sistem tarafından doldurulması ile oluşturulmuş olup eksik evrak gönderilmesi zaten mümkün değildir. Ad-soyadın yazılmaması konusunda da ("Abonenin İşletmeci Değiştirmesi için Talep Formu"nda da görüleceği üzere) belgede yalnızca İMZA bölümü mevcut olup ad-soyad bölümü yukarıda sistem tarafından otomatik olarak doldurulmaktadır. Eğer imza ile birlikte el yazısıyla ad-soyad yazılması da gerekli ise bunun kurum tarafından belgede açıklıkla “AD SOYAD – İMZA” şeklinde belirtilmesi gerekmekteydi. (Nitekim asıl sözleşmenin sonunda açıkça hem imza atılacağı hem de ad-soyad yazılacağı belirtildiği halde talep formunda belirtilmemiş olması kafa karıştıran noktaların en başında geliyor.)

Bunun sonucunda eksikliğin tamamlanması için yapılması gerekenleri bildirmeleri lazımdı. Çalışma saatlerinde bize ulaşmaları zor olduğu için daha uygun saatler kendilerine bildirildiği halde, her nedense, 7/24 çalıştığına dair reklam yapan TurkNet Müşteri Hizmetleri, özellikle iş saatlerinde ulaşmaya çalıştı. Ayrıca başka önemsiz (reklam, anket vs.) bildirimleri e-posta yoluyla yapmalarına rağmen, bu kadar önemli bir şeyle ilgili ise hiçbir bilgi e-postası göndermediler. Biz onları telefonla aradığımızda ise görevliler, "Yetkili arkadaşımız sizi yarın dediğiniz saatte arayacak. Ben notunuzu aldım." diyerek bilgi vermekten kaçınmış, ertesi gün ise o saatte arayan soran olmamıştır.

Nihayetinde birkaç hafta sonra ulaştıklarında ise hayret verici bir şekilde, önceden dediklerinin aksine, evraklarımızın tam olduğu belirtilerek bu sefer de başvuruyu yanlış yapmış olduğumuz söylendi. Arayan kişi tarafından, başvuruyu hattın yasal sahibinin yapması gerektiği ifade edildi. Hâlbuki aboneliği başlatmadan defalarca aradığımız firma bize böyle bilgi vermemişti. Bundan da öte, internet sitesindeki başvuru formunda [eğer bu link çalışmazsa şuradaki 3. sayfadan da inceleyebilirsiniz] zaten seçilebilir kutucuk şeklinde "Hattın yasal sahibi değilim." bölümü bulunmakta ve tıklayınca açılan pencerede yasal sahibe ait bilgilerin girilmesi istenmektedir. Bu girilen bilgiler neticesinde de abonelik evrakları oluşturulmaktadır. Hatta ve hatta bu abonelik evraklarından "Özgür İletişim Hizmet Formu"nda ve "Özgür İletişim Abonelik Sözleşmesi"nin son sayfasında "ABONE" ve "TELEFON HATTI SAHİBİ" ayrı ayrı belirtilerek her ikisinden de taahhüt, ad-soyad ve imza istenmektedir. Zaten dikkat edilirse, "Hizmet Formu"nda adların ve soyadların dahi otomatik olarak doldurulması için sisteme kod tanımlanmış olduğu görülecektir. Dolayısıyla, yanlış bir başvuru söz konusu değildir. Eğer dedikleri gibi başvuruyu sadece hattın yasal sahibi yapabiliyor ise başvuru formu ve diğer evraklardaki bu çelişkili ayrım nasıl izah edilebilir? Hem "Abone" sıfatıyla devralanın, hem de "Hat Sahibi" sıfatıyla devredenin imzası, talebi, kimlik fotokopisi kuruma ulaştırılmıştır. Yani eksik evrak da söz konusu değildir, söz konusu olsa bile yukarıda izah edildiği üzere asla bizden kaynaklanmamaktadır.

İşte bu bakımdan maddi külfetin bize yüklenmemesi gerektiğini açıklayarak, "Başvuru yanlışsa tekrardan başlatalım, eksik evrak varsa tamamlayalım. Ancak kargoyu size alıcı ödemeli gönderelim." şeklinde taleplerimizi ilettik. Problemin kurumdan kaynaklandığı bu kadar açıkken, bizi mağdur etmeyecek bir çözüm üretmek yerine taleplerimizi reddettiler.

Bunun yanında, abonelik evrakları arasında, TurkNet'i yazılı olarak açıkça "Türk Telekom aboneliğimize ilişkin sözleşmelerinin iptaline/feshine yönelik işlemlerin şahsım adına yürütülmesi" konusunda yetkilendiren bir belge olduğu halde işlemler geciktirilmiş, aboneliğimiz vaktinde sonlandırılmadığı için de Türk Telekom tarafından, sözleşme süremiz dolduğu gerekçesiyle taahhütsüz tarife üzerinden yüksek bir fatura kesilmiştir. Yani yükümlülüklerini tamamen kendi kusuruyla yerine getirmeyen TurkNet, sözleşme kurulacağı vaadiyle yaptığımız masrafların yanı sıra bir de ekstra maddi zarara sebep olmuştur.

Netice itibariyle, hem geç haber vererek hem de birbirinden farklı iki bahane ileri sürerek aboneliği başlatmayan, oyalayan, hiçbir çözüm de sunmayan TurkNet Müşteri Hizmetleri bununla da kalmamış, sorun bizden kaynaklanmadığı halde bizi suçlayıcı tavır takınmış, ayrıca kendilerinin sanki hiç bilgi verme yükümlülükleri yokmuş gibi, "İşlemleri takip etmek müşterilerin yükümlülüğüdür. Siz arayıp ilgilenmelisiniz." demiştir.

Bütün bu konuşmalardaki beyanlar ve yanıtlar, TurkNet Müşteri Hizmetleri tarafından zaten kayıt altındadır.

Bir müddet daha "Arkadaşlarımız size geri dönecek!" vaadiyle süren bu oyalama taktiklerinden usanarak başvurumuzu sonlandırmak durumunda kaldık.

Kısacası, kurumun kendi Müşteri Hizmetlerinin verdiği bilgi doğrultusunda, kendi resmî internet sitelerinde bulunan formda yer alan "Hattın yasal sahibi değilim." seçeneğini kullanmak suretiyle doldurulan bilgiler neticesinde kendi sistemleri tarafından oluşturulan evraklarda, hem "Abone" hem "Telefon Hattı Sahibi" şeklinde olmak üzere ayrı ayrı iki adet imza yeri olduğu halde ve usulüne uygun doldurulup gönderildiği halde, TurkNet adlı firma, tüm masraf ve giderleri üzerimize yıkarak bizi başvuruyu sonlandırmak zorunda bırakmıştır.

Henüz hizmet dahi vermeden sebep oldukları zararımızı karşılamak şöyle dursun, son derece lakayıt bir tavırla, gönderdiğimiz evrakları bile iade etmeyeceklerini, yasal hak arama yollarının açık olduğunu söylediler. Halbuki göndermiş olduğumuz evrakların, özellikle nüfus cüzdanı fotokopilerinin, objektif olarak sorumsuzluğu açık olan bu firmada kalmamasını istemekten daha doğal bir şey olamaz! Üstelik başvuru esnasında mecburen verdiğiniz kredi kartı bilgilerinizin de onların elinde olması insanı daha da korkutuyor!

Sonuç olarak, sorumsuzca geç haber vermelerinin yanında anlaşılmaz şekilde yapılan açıklamalar ve hepsinden de önemlisi beyanlarıyla evraklar ve formlar arasında kafa karıştırıcı biçimde çelişkiler, "… bir hüküm açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır." şeklindeki emredici kanun maddesi uyarınca şahsım lehine yorumlanmalı idi. Çünkü aksi halde tüm kurumlar sözleşmelerine birtakım muğlak ifadeler koyarak ve bunları kendi lehlerine yorumlayarak haksız menfaat elde ederler. Burada kanun koyucu, sözleşme hazırlayanlara açık ve net olmalarını emretmiş, olmazlarsa da aleyhlerine yorum şeklinde bir yaptırımla karşılaşacaklarını öngörmüştür. Yukarıda linkler de verilerek detaylıca açıklandığı üzere kurum, sözleşme ve formlarını, bu kanun hükmünün aksine, açık ve net hazırlamamış, yorumunu da kendi personelinin keyfiyetine bırakmıştır.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki bir kurumun şubesi yoksa sizin zaten reelde de bir muhatabınız bulunmamış oluyor. Bu durumda sorununuz telefonda çözülmeyince -ki genellikle çözülmez- nereye başvuracaksınız? Aslında telefonda net ve müşteri odaklı bir hizmet verseler şubelerinin olmaması hiçbir sorun yaratmaz. Ancak, bugün "A" dediklerine yarın "B" derlerse; işleminizi canları istediğinde yapıp istemediğinde yapmazlarsa; saat verip o saatte aramazlarsa; aradıklarında da problem çözme kabiliyetleri sıfır olursa, maalesef ki devasa bir sorun yaratıyor. Siz hem nakden hem de vakten zararınızla ortada kalıyorsunuz ve hiçbir muhatap da bulamıyorsunuz.

NOT: Bu yazı, kişisel tecrübelerin birebir metne aktarılmasından ibaret olup hiçbir kişi veya kurumu doğrudan kötüleme, karalama, hedef alma amacı taşımamaktadır.

______________________________________________________________________

BU BİR REKLAMDIR.
BU BİR REKLAMDIR.